Dünya gazetesi yazarı Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak, kaleme aldığı son köşe yazısında Türkiye-İsrail ilişkilerinin tarihsel gelişimini ve günümüzdeki gergin atmosferini değerlendirdi. Kaynak, İsrail'in 1948'deki kuruluşuyla başlayan sürecin, Ortadoğu’da yeni ve zorlayıcı bir dönemin başlangıcı olduğunu belirtti.

İsrail Devleti'nin kuruluşu 14 Mayıs 1948’de David Ben Gurion tarafından ilan edildi ve dakikalar içinde ABD tarafından fiilen tanındı. Prof. Dr. Kaynak, bu sürecin, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan iki kutuplu dünya düzeniyle şekillenen güvenlik temelli bir ruh haliyle örtüştüğüne dikkat çekti. ABD Başkanı Truman’ın, Yahudilerin tarihsel mağduriyetlerine karşılık bir devlet sahibi olmaları gerektiği yönündeki açık tutumunun da bu süreci hızlandırdığını vurguladı.

Türkiye’nin erken tanıma kararı ve ittifak politikaları

Türkiye’nin, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olarak 1949’da attığı adımın, bölge siyaseti açısından önemli bir dönüm noktası olduğuna değinen Kaynak, İsmet İnönü liderliğindeki Ankara’nın bu tercihle Batı bloğuna entegrasyon sürecine katkı sağladığını belirtti.

1996 yılında Refahyol hükümeti döneminde Necmettin Erbakan ile İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu arasında imzalanan savunma ve askeri işbirliği anlaşmaları ise Kaynak’a göre bölgede Camp David’den bu yana atılan en önemli stratejik işbirliği adımlarından biriydi. Alan Makovsky'nin Türkiye ve İsrail’i “Ortadoğu coğrafyasındaki öteki” olarak tanımlamasına da yer veren yazıda, her iki ülkenin bölgeye ait olamama hissiyle tanımlandığı ifade edildi.

Gazze sonrası yeni çatışma dinamikleri

Kaynak, 7 Ekim sonrası İsrail’in Gazze odaklı başlattığı askeri operasyonların, bölgesel istikrarı tehdit edecek boyutlara ulaştığını kaydetti. ABD’nin siyasi desteğiyle hareket eden İsrail’in, Gazze’nin yanı sıra Lübnan, Yemen ve Suriye’deki cepheleri de aktif hale getirdiğini belirten Kaynak, özellikle Suriye’deki saldırıların Türkiye için stratejik bir zorluk oluşturduğunu ifade etti.

Savaş sonrası toparlanma sürecinde olan Suriye’de, Türkiye’nin desteklediği yeni yapılanmaların hedef alınmasının, Ankara ile Tel Aviv arasında yeni bir gerilim alanı yarattığını belirten Kaynak, bu durumun iki ülke arasında “sıcak çatışma olur mu?” sorusunu gündeme getirdiğini aktardı. Kaynak’a göre, çatışma olasılığı düşük görünse de tamamen göz ardı edilemez.

Algılar ve güvenlik söylemleri çatışmayı tetikliyor

İsrail-Türkiye ilişkilerini belirleyen faktörlerin yalnızca jeopolitik çıkarlarla sınırlı olmadığını belirten Kaynak, psikolojik algıların da belirleyici rol oynadığını dile getirdi. Her iki ülkenin birbirini birincil güvenlik tehdidi olarak çerçevelemeye başladığını vurgulayan Kaynak, bu durumun kolektif hafıza, inanç sistemleri ve tarihsel yükler üzerinden şekillendiğini ifade etti.

Türkiye’nin Filistin konusundaki net tavrının ve kamuoyundaki güçlü duygusal yatırımın da bu gerilimi beslediğini kaydeden Kaynak, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırgan politikalarının uluslararası imajını ciddi biçimde zedelediğini belirtti. Netanyahu’nun savaş suçlusu olarak anılmasına karşın, İsrail yönetiminin Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı otoriterlik ve anti-demokratik uygulamalarla suçladığını hatırlattı.

Adalet arayışı iç ve dış politikada bütünlük gerektiriyor

Kaynak, Türkiye’nin dış politikada üstlendiği “ahlaki duruş” ve “adalet savunucusu” rolünün, iç politikada da benzer bir hassasiyetle sürdürülmesi gerektiğini vurguladı. Filistin meselesinin, Türkiye’de sadece dış politik bir konu değil, aynı zamanda toplumun vicdanında bir “ahlaki sınav” olarak konumlandığını belirtti. Bu nedenle, hem içeride hem dışarıda tutarlı bir adalet söyleminin önem taşıdığına dikkat çekti.