Türkiye ve Mısır arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden canlanması, gözlerin üzerine çevrildiği önemli bir gelişme. Recep Tayyip Erdoğan ve Abdülfettah es-Sisi’nin sıcak el sıkışmaları, yıllarca süren soğukluğun ardından adeta bir bahar havası estiriyor. Peki, bu samimi adımlar gerçek bir yakınlaşmanın mı yoksa sadece pragmatik çıkarların mı ürünü? Bu sorunun cevabı, iki ülkenin gelecekte atacağı adımlarda saklı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi'nin Ankara’da gerçekleştirdiği buluşma, geçmişteki sert söylemler ve keskin ayrılıkları bir kenara bırakıp, yeni bir sayfa açma iradesinin bir yansıması olarak yorumlanabilir. Ancak burada asıl mesele, bu yakınlaşmanın ne kadar derin olduğu ve sürdürülebilir olup olmadığı. Her iki liderin de "kazan kazan" diyerek öne sürdükleri 15 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi kulağa hoş gelse de, ilişkilerin salt ticari hesaplar üzerinden mi yürüyeceği yoksa gerçekten samimi bir dostluk mu kurulacağı henüz net değil.

Ekonomi, diplomatik ilişkilere genellikle bir yapıştırıcı görevi görür; fakat tarihten bildiğimiz üzere bu yapıştırıcının ömrü, zaman zaman liderlerin değişen ruh hallerine veya jeopolitik gerilimlere yenik düşebilir. Dolayısıyla, Erdoğan ve Sisi’nin liderliğinde başlayan bu yeni dönemin gerçek anlamda sağlam bir temele oturup oturmayacağını zaman gösterecek.

Türkiye ve Mısır arasında ekonomik iş birliği, iki ülkenin de iştahını kabartan bir konu. Türkiye’nin sanayi ve üretim kapasitesi ile Mısır’ın genişleyen pazarının birleşimi, gerçekten büyük fırsatlar sunuyor. Özellikle enerji sektöründe ortak projelerin gündeme gelmesi, bölgesel enerji güvenliğine katkı sağlayacak önemli adımlar arasında. Ancak burada, her iki ülkenin de dikkat etmesi gereken ince bir çizgi var: Çıkarlar doğrultusunda hareket ederken, ilişkilerin sadece ekonomik kazanımlara indirgenmemesi.

Mısır'ın jeostratejik konumu ve Süveyş Kanalı gibi dünya ticaretinin kalbi sayılabilecek bir avantaja sahip olması, Türkiye’nin dikkatini çekerken; Türk sanayi ve teknolojisi de Mısır için büyük bir fırsat yaratıyor. Ancak ilişkilerin bu denli iştah kabartıcı bir alanda yoğunlaşması, potansiyel anlaşmazlıkları da beraberinde getirebilir. Ortaklık kadar, her iki tarafın da kendi ulusal çıkarlarını koruma refleksleri göz önünde bulundurulmalı. İki ülke arasındaki olası gerginliklerin yeniden nüksedip etmeyeceği, işte tam da bu noktada önem kazanıyor.

Diplomatik ilişkilerde her zaman bir denge vardır: Siyaset ve ekonomi arasındaki denge. Mısır ve Türkiye, geçmişte yaşanan politik gerilimleri ne kadar unutmuş gibi görünseler de, bu eski defterlerin her an açılabileceği gerçeğini göz ardı etmemeli. Liderler değişir, rüzgar tersine döner, ekonomik çıkarlar bir anda yerini siyasi çekişmelere bırakabilir. İşte bu yüzden, her iki liderin de attığı adımların altında yatan niyetleri iyi okumak gerekiyor. Bu sadece bir ekonomi hamlesi mi, yoksa politik arenada daha geniş bir satranç oyununun hamleleri mi?

Erdoğan ve Sisi'nin ortaya koyduğu 15 milyar dolarlık ticaret hedefi, büyük bir vizyonun ürünü olabilir. Ancak bu vizyonun gerçekçi olup olmayacağı, iş dünyasından gelen talepler ve bu süreçteki uygulamalar ile test edilecek. Türk ve Mısırlı iş insanlarının bu hedefe ulaşmada göstereceği çaba, belki de en belirleyici unsur olacak. Her iki lider de iş dünyasına güçlü mesajlar verse de, iş dünyasının bu mesajlara nasıl yanıt vereceği ve hangi somut adımların atılacağı, bu iş birliğinin kaderini çizecek.

Türkiye ve Mısır, geçmişte olduğu gibi gelecekte de iniş çıkışlar yaşayacaktır. Ancak bu kez, ekonomik iş birliği, iki ülkeyi daha da yakınlaştırabilecek güçlü bir araç olarak önümüzde duruyor. Erdoğan ve Sisi’nin liderliğinde başlayan bu yeni dönem, doğru yönetildiği takdirde sadece iki ülke için değil, bölge için de büyük bir kazanım olabilir. Fakat bu ilişkinin ne kadar süreceği, samimiyetin mi yoksa çıkarların mı baskın olacağı hala büyük bir soru işareti.

Sonuçta, Türkiye ve Mısır’ın aynı gemide olup olmadığına dair asıl cevap, ekonomik hesapların ötesine geçen, samimi ve stratejik adımlarda saklı. Şimdilik, bu ilişkiyi izlemek ve gelişmeleri yakından takip etmekten başka bir çaremiz yok. Umarız, bu kez sular durulur ve iki ülke, gerçekten aynı gemide olduğunu gösterecek adımlar atar.