Sabah Gazetesi yazarı Kerem Alkin, köşe yazısında gelişmekte olan ekonomilerin küresel ekonomideki artan etkisine dikkat çekti. Alkin, Soğuk Savaş sonrası dönemde gelişmekte olan ülkelerin dünya Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) içindeki paylarını hızla artırdığını belirterek, bu sürecin G7 ülkelerine rağmen devam ettiğini ifade etti.

2006 yılında gelişmiş ekonomileri yakalayan gelişmekte olan ülkeler, 2010 itibarıyla aradaki farkı hızla açmaya başladı. Bugün, bu ülkelerin küresel ticaret ve stratejik sektörlerde G7 ülkelerinden daha iddialı teknolojiler geliştirdiği bir dönem yaşanıyor.

IMF ve Dünya Bankası’nın 2040 tahminleri

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın analizlerine göre, 2019’da G7 ülkelerinin dünya GSYH'sındaki payı %43,8, Avrupa Birliği’nin (AB) payı %18,31 ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu E7 ülkelerinin payı %28,12 olarak hesaplandı. Ancak projeksiyonlar, 2040 itibarıyla G7’nin payının %29,65’e, AB’nin payının %12,38’e gerileyeceğini öngörüyor. Buna karşılık, E7 ülkelerinin payının %41,25’e çıkacağı tahmin ediliyor.

Alkin’e göre, küresel ekonomi-politik düzen yeniden şekillenirken, gelişmekte olan ülkelerin ekonomik büyüklükleri, teknolojik atılımları ve ticari hakimiyetleri önemli ölçüde artıyor. Ancak bu yükselişe rağmen, uluslararası çok taraflı kuruluşlarda G7 ülkelerinin etkisi hala baskın durumda.

Türkiye’nin küresel ekonomi ve siyasetteki rolü güçleniyor

Kerem Alkin, Türkiye'nin son yıllarda ekonomik büyüklüğünü önemli ölçüde artırdığını vurgulayarak, 1960-2000 yılları arasında dünya GSYH'sındaki payı %0,66 olan Türkiye'nin bugün %1,2’ye yükseldiğini ifade etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğiyle ekonomik bağımsızlığını güçlendiren Türkiye, küresel ticarette daha etkin bir aktör haline geldi.

Türkiye’nin Kovid-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna Savaşı gibi küresel krizler karşısında gösterdiği direnç, ekonomi ve diplomasi alanlarında oynadığı dengeli rol, ülkenin uluslararası alandaki güvenilirliğini artırdı. Özellikle savunma sanayii alanında geliştirilen teknolojilerin, dünya savaş doktrinlerini değiştirecek seviyeye ulaştığına dikkat çeken Alkin, bu durumun Türkiye ile işbirliği yapmak isteyen ülkelerin sayısını artırdığını belirtti.

Avrupa Birliği ile ilişkilerde ‘kazan-kazan’ dönemi olabilir

Türkiye’nin ekonomik ve stratejik rolünün her geçen gün arttığını vurgulayan Alkin, bu durumun Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerde yeni bir dönemi beraberinde getirebileceğini ifade etti. AB’nin küresel dengeleri doğru analiz etmesi ve Türkiye ile ‘kazan-kazan’ temelinde hareket etmesi gerektiğini belirten Alkin, bu iş birliğinin her iki taraf için de faydalı olacağını savundu.

Sonuç olarak, gelişmekte olan ekonomilerin dünya ekonomisindeki etkisinin giderek arttığı bir dönemde, Türkiye'nin yeni dünya düzeninde güçlü bir pozisyon aldığı görülüyor. Küresel ekonomik ve siyasi dönüşüm sürecinde Türkiye’nin rolü, hem bölgesel hem de uluslararası arenada belirleyici olmaya devam edecek.