ENDEKS24/ANALİZ- 2023 yılı verilerine göre Almanya’da en çok kurumlar vergisi ödeyen ilk 10 şirketin tamamı, ekonomiye üretim ve ihracat katkısı yapan devlerden oluşuyor. Listede Volkswagen, Mercedes-Benz, BMW gibi otomotiv devleri, Siemens gibi endüstri liderleri ve Deutsche Telekom gibi teknoloji öncülerinin yanı sıra Allianz SE ve Munich Re gibi sigorta devleri bulunuyor. Almanya, bu şirketlerle ekonomisini üretim ve yenilikçilik üzerine inşa ederken, Türkiye’nin durumu tam anlamıyla zıt bir tablo çiziyor.

Türkiye’de kurumlar vergisinde ilk 10 sıranın neredeyse tamamını bankalar dolduruyor. Ziraat Bankası, Garanti Bankası, Akbank, Yapı Kredi gibi finansal kurumlar listenin başını çekerken, üretim ve sanayiye katkı sağlayan şirketler yalnızca Mercedes-Benz Türk ve Türkiye Elektrik İletim AŞ gibi birkaç örnekle sınırlı kalıyor. Bu durum, Türkiye ekonomisinin üretim yerine faiz ve finansal gelire dayalı bir yapıya hapsolduğunu gösteriyor. Ekonomide üretim temelli bir model benimsemek yerine, vergi afları ve faiz gelirine dayalı kısa vadeli kazançlar peşinde koşulması uzun vadede ciddi riskler taşıyor.

Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler

Vergide adaletin sağlanmaması ve ekonomi politikalarının faiz geliri üzerine inşa edilmesi, Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik büyümesini ciddi şekilde tehdit ediyor. Üretime dayalı büyüme modelinin yerine faiz geliri ve finansal hizmetlerin ön planda olduğu bir yapı, Türkiye’yi küresel rekabette geri bırakıyor. Almanya gibi güçlü ekonomiler, üretim ve ihracatla büyürken, Türkiye’nin en çok vergi verenler listesinde finans kuruluşlarının ağırlığı, ekonominin kırılganlığını artırıyor.

Vergi afları ve üreticiye yönelik yetersiz teşvikler, ülkedeki üretim kapasitelerinin gelişimini engelliyor. Üretimden uzaklaşan bir ekonomik yapı, ithalata bağımlılığı artırarak döviz kurlarına karşı daha savunmasız hale geliyor. Bu durum da enflasyonu körükleyerek halkın alım gücünü düşürüyor. Vergide adaletin sağlanmaması, sosyal eşitsizlikleri derinleştirirken, sermayenin üretime değil, finansal araçlara yönelmesine neden oluyor.


Türkiye Üretim ve İnovasyonda Geride Kalıyor

Türkiye'nin ekonomik yapısının en büyük sorunlarından biri, niteliğini kaybetmiş bir eğitim sistemine sahip olması. Mevcut eğitim yapısı, küresel rekabette zayıf, üretim ve inovasyon odaklı düşünemeyen bir iş gücü yetiştiriyor. Türkiye'de binadan bozma üniversitelerden mezun olan gençler, iş dünyasında ihtiyaç duyulan nitelikli ve yaratıcı becerilerden yoksun kalıyor. Bu durum, ülkenin üretim kapasitesini artırma ve rekabet gücünü geliştirme çabalarının önündeki en büyük engellerden biri olarak öne çıkıyor.

Almanya gibi üretim odaklı ekonomilere geçiş yapabilmek için Türkiye’nin eğitim sisteminde köklü reformlar yapması gerekiyor. Eğitimde niteliğin artırılması, teknoloji ve yenilikçilik alanlarında rekabet gücü yüksek bir nesil yetiştirilmesi için elzem. Nitelikli bir iş gücü oluşturulmadan, üretim odaklı bir ekonomik model inşa etmek ve küresel piyasada rekabet edebilmek mümkün olamıyor.

Yapısal Reformlar Ekonomiyi Güçlendirebilir

Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözebilmesi için sadece faiz gelirine dayalı büyüme modelinden vazgeçip, üretim odaklı politikalara yönelmesi gerekiyor. Vergi politikalarının, üretimi ve yatırımı teşvik edecek şekilde yeniden düzenlenmesi, eğitim sisteminin çağın gereksinimlerine uygun hale getirilmesi ve inovasyonu destekleyen bir ekonomik yapı oluşturulması önem taşıyor.

Türkiye’nin ekonomik yapısında dönüşüm ancak kapsamlı yapısal reformlarla mümkün görünüyor. Eğitim sisteminin güçlendirilmesi, üretimi destekleyen vergi politikalarının devreye alınması ve stratejik planlamalarla Türkiye'nin küresel rekabette daha güçlü bir konuma gelmesi bekleniyor.

Uzmanlar, üretim ve inovasyon odaklı bir büyüme stratejisiyle Türkiye’nin daha sürdürülebilir ve güçlü bir ekonomik yapıya kavuşabileceğini belirtiyor. Bu reformlar yapılmadığı takdirde ekonominin uzun vadeli istikrarı ve büyüme potansiyelinin tehlikeye gireceği uyarısı yapılıyor. 

Editör: Halit Alptekin